Sunday, January 20, 2013
003
üzgünmüşümdür, istanbul'muştur, ihtimal kızgınmışsındır
kirli plastik çiçekler varmıştır otelin balkonlarında belki
hatırlamak güç, ne çok şey oluyor ne çok şey bitiyor
çamur muydu cadde boydan boya, ince sırnaşık bir çamur
sanki bir şey üzmüştü bizi, oysa o sabah güneş nasıl da sarı
Hızır gibi girip perdelerden, çekmişti derin uykulardan yüzeye
hatırlamak güç, galiba aramızdan kırmızı bir tramvay geçmişti
üzgünmüştüm, kışmıştı, ihtimal üşümüştün
donmuş bir ırmağın orta yerinde buluşmuştuk seninle
buzlar çatırdıyordu, dansediyorduk şimdi unuttuğum bir şarkıya
o kaygan ritme alışır sanıyorduk ayaklarımız
oysa buz bağırıyordu, ağırdık, yükümüz çoktu
hatırlamak güç, kaç kere yüreğimiz ağzımıza gelmişti
korkuyorduk, ama yoktu başka buluşacağımız bir yer
üşümüştün evet, ellerin ellerimi arıyordu, üzgünmüştüm
ellerime güveniyordum ben, en ağır kapıları açardı ellerim
karanlıkta ışığı bulur, ana yola çıkardı mutlaka
ellerim bile bırakıyordu beni, ellerim sende rehindi
düşeceğini kesin olarak anlayan birinin çaresizliği
ile ellerimi aradım, ellerim yok, ellerim gitmiş
hatırlamak güç, galiba düşmüştüm, suyun altı soğukmuştu
Friday, January 18, 2013
pür kıyamet
beş, toz ve köpük sesi
günün son rüzgarının soğuk nefesi
pürtelaş pürçığlık pür karmaşa
sakin ve veya aniden panik
binleniyor martılarca hava
dalga bir var oluş denklemidir
denizin var bir altı ve bir üstü
-yüzeyi enfes kırılgan-
bir balık bir martının gagasında
istanbul'u son kez gördü
barbaros'tan yukarı bir mahşer akıyor
çiseli yağmur, kirli metal kıyamet
beş, toz, çamur ve bir telaş bir telaş
her hücre kendi insanında azabını tadıyor
o büyük kalabalık birkaç saat içerisinde evlerinde döndü. ışıklar yakıldı, muhabbetler edildi. yemekler yendi, çaylar içildi. diziler seyredildi, sevişildi, uyundu. dışarısı hala soğuk, tek tük arabalar.
(6.12.2011)
Saturday, January 5, 2013
002
aşk emekten değil -ememekten doğuyor
gölgedeki kuş bir heves güneşe uçuyor
sonra bir cam acımasız aniden arada
-çarpış- cam sert, -düşüş- zemin soğuk
-acı- kanat kırık, ah, zamanla iyileşecek elbet
yatacak kalkacak, yatacak kalkacak
ve birkaç kez daha, gece ve gündüz
gece aralık ayı, gündüz ocak güneşi -ama soğuk-
zihin kendini toparlayacak elbet
rüyalar var niçin, o sarılmalar, o vedalar
vücut kendi icabına bakacak elbet
milyonlarca yıllık zincirin son halkası
sağlam, güçlü, fit ve testi geçmişlerin
hayatta kalmışların, ne olmuşsa olmuş
soyunu aktarmışların sonuncusu -ama sönük-
bir görünmez kıymık kalır hep -kalmaz mı-
canının bir köşesinde hep sızım sızım
"kuzum, bu halinle bu yaşa geldin nasıl?"
"bunca yıl hayatta kaldın nasıl?"
oldu işte bir şekilde, anlamadım ben de
gidemez ki insan, zor gitmek ha diyince
ki kalakalır insan, neredeyse komik
yuvarlanır -nasır-, ten acır -acımaz mı-
sonra taşlaşıyor yaralar, fosil oluyor
üzerine okyanus geliyor, balıklar geliyor
balıklar ki ateş oluyor sonları çoğun
gözlerinde donmuş kalmış son bir umut
sonra kıvrım kıvrım yollar, katman katman
sonra akşam, sonra yağmur, sonrası yok
kirli camlara yağmur hala acı acı vuruyor
Subscribe to:
Posts (Atom)