Sunday, April 28, 2013

Hard-Boiled Wonderland and the End of the World (Haşlanmış Harikalar Diyarı?)


Bir arkadaşımla "anı kütüphanesi" fikrini konuşurken, o önermişti Murakami'nin bu romanını. Anlatının ana çizgilerinden birini bu "anılar" teması oluşturuyor gerçekten de. Benliği oluşturan bileşenleri sorgularken bir yandan da iki tane apayrı hikaye anlatıyor  Murakami. 

Bir hikayede Tokyo'da hafif fütüristik bir aksiyon macerasında buluyoruz kendimizi. Bilginin güç olması, bilgi ticareti ve taşıması çevresinde şekillenen organizasyonlar, bu doğrultuda üretilmiş teknolojiler ve bütün bunların tam göbeğinde kahramanımız, bir "bilgi işleyici". Kahramanımız -watashi (Japonca daha resmî "ben")- (muhtemelen Murakami'nin diğer romanlarında da işlediği karakterler gibi Murakami'nin kendisinin bir yansıması) kendince gusto sahibi biri ve kısa vadeli zevklerin, amaçların ve işlerin içerisinde yuvarlanıp gidiyor. Sonra yine bu bilgi teknolojisi çevresinde gelişen başı sonu belirsiz bir komplolar ve olaylar zincirinin tam ortasında buluyor kendini... Ve daha hızlı bir şekilde yuvarlanmaya başlıyor.

Diğer hikayede ise Kafkavari (bkz. Şato, Dava) bir kasabadayız. Rüya öğeleriyle ve sembollerle yüklü bir distopik cennet tasviri olan bu kasabaya yeni gelen kahramanımızın -boku (Japonca daha samimi "ben")- gölgesini kapıda bırakmak durumunda kalması, kasabaya uyum sağlamaya çalışma süreci; kasabada zihnin, anıların, benliğin parçalanması ve her birine farklı muamelelerde bulunulması, kasabanın içinde bulunduğu ezeli ve ebedi durgunluk hali... Ve kahramanımızın kaybettiğini hissettiği ama nasıl bir şey olduğuna dair hiçbir fikri olmadığı benliğini araması...

Murakami dönüşümlü anlattığı bu iki hikayede bizi bir ucuz bir Hong Kong aksiyon filminin içine taşıyor ("Hard-Boiled" bu janrın adı. Kitabın Türkçe çevirisi "Haşlanmış Yumurta" bu göndermeyi kaçırıyor.), bir üzerine karlar yağmış bir Neverland'e. Yazar bir hikayede bize karikatürvari aksiyon ve inceliklerden suçluluk duygusuyla karışık bir zevk aldırıyorken, diğer hikayenin genelindeki ağır hüzün o zevki kursağımızda bırakıyor. Hikayenin birçok ucu kasten açıkta bırakılmış, böylece okuyucu da hayalgücü ile romanın hikayesine ister istemez katkıda bulunmak durumunda kalıyor.

Kitabın İngilizce çevirisini okudum. Romanın tamamındaki şiirsel tasvirler ve sade ve kıvrak dil, Murakami'nin kitaplarını Japonca aslından okuma isteği uyandırıyor insanda. Kim bilir, belki başka bir hayatta o da olur.

Dipnot: "Anı kütüphanesi" fikri hala dokunulmamış duruyor. Bu romanda buna benzer bir kütüphane varsa da, bu kütüphanenin işlevi -benim kurguladığımdan- tamamen farklı. 


Wednesday, April 24, 2013

007




bir kraliçe / baldan gözleriyle / içimdeki yumurtaları yakıyor

...

bir şey oluyor, bir şey daha, sonra bir şey daha
hiç gidilmemiş bir sokakta buluyorsun kendini
oysa ölesiye tanıdık, bu taşlar - bu kaldırımlar
bu bazen en acıya sessizce -ve gururla- katlanan kediler
bu çocuklar, önlerinde ağır hayatlar, belli belirsiz
bu duvarlar, bazen önlerinde eğilip kalıyorsun
oysa gitmek istediğin yer burası değildi başta

gemiler hep açıktan hep sessizce geçiyor
bu deniz, bu deniz bir gün kucaklayacak seni
gemilere yüzüyorsun, oysa gemiler çok uzaktan geçiyor
bu balıklar, gün olacak besin döngüsü tamamlanacak
gemilerin gölgesinde ağlıyorsun denizin içine içine
bu dip, bu kum, bu yosun, son görüntü, en güzel acı
oysa gitmek istediğin yer burası değildi başta

şarkılar var, çıkmazları var, ve upuzun gölgeleri
içindeki tellere tellere vuruyor, ve yine vuruyor
parmakları var, güzel parmakları, tuşlara basıyor
o mutfaklarda öptüğün o güzel parmaklar aklına geliyor
o mesafeden o parmaklar içindeki en ince teli buluyor
şarkılar var, gölgelerinde kaybettiğin incilerini arıyorsun
oysa gitmek istediğin yer burası değildi başta

bu orman, ah bu orman, ve kan kokusu, paslı ve topraksı
kan kokusuna geliyor sırtlanlar, artlarında yavruları
yaralı hayvan olmaz ormanda, yaralı hayvan yaşamaz
buraya kadar geldin nasıl, dedin ya bilmiyorsun
bu ağaçlar, her geçişte kabuklarını okşadığın
ve bu toprak, bu kan kokan, bu en güzel yatak
oysa gitmek istediğin yer burası değildi başta

bu gök, bu güzel mavi, en çok bu göğü özleyeceksin
bu bulutlar, bazen bir melek, bazen acılı bir yüz
bu güneş, bütün günahlarını yakıp küllerini savurduğun
ve gecenin pırlantaları, yeşil, mavi ve sarı
pırıl pırıl gülümseyen yıldızlar, ve güzel esinti
bu görüntü kalsın zihninde, ve o serinlik
genzinde tuz, saçlarına yosunlar dolaşık
oysa gitmek istediğin yer burası değildi başta.